Sayfalar

Az Pilav Az Özgürlük


     Gerilerden başlayalım. Bayağı bir gerilerden ama... Homo Sapiens'in ilk yüzyılları. İnsanımız avcı toplayıcı. Bulursa başını sokacak bir mağara, eti yenecek bir hayvan; keyfi yerinde. Her taraf yemyeşil, dağ ova tertemiz. Dere göl masmavi, dupduru, gürül gürül. Meyve ağaçtan, hormonsuz.

     İstediğini yapıyor. Ne isterse ama... Dağları ovaları hatta kıtaları aşıyor karşısına bir tane bile pasaport memuru çıkmıyor. Veya burası özel mülk diyen yine özel bir güvenlik... Her yer onun için, o her yer için. Nasıl kuşa, balığa, kurda, yılana karışan yoksa ona da yok. O da onlar gibi bu dünyanın fani bir canlısı. Milyarlarca yıllık, trilyonlarca ışık yıllık evrenin hepi topu 20-30 yılına denk gelmiş ve bu gezegene düşmüş. Bırakıyorlar tadını çıkarıyor... Hayata bir kere geliniyor.


     Neden sonra, pek çok şey bir anda oluyor! Şaka tabii, bir anda olan bir şey yok; yüzyıllar içinde... Bu deminki güzel insanların büyük büyük torunları madem yerleşik düzene geçtik bu işin bi adını koyalımcılık yapıyorlar başlıyor devletler, düzenler, sistemler. Tabii başta niyetler iyi. Şimdiki gibi çakallar değil felsefeciler yapıyor siyaseti. İyi niyet kötü niyet çok fark etmiyor, tüm o serbest olan sonsuz şey başlıyor yavaş yavaş azalmaya. Her yere gidemiyorsun, her şeyi giyemiyorsun, her şeyi yiyemiyorsun, her şeyi diyemiyorsun, bazen her şeyi düşünemiyorsun. Yüzyıllar geçiyor, her bir mantıklı kural her bir mantıklı uygulama beraberinde onlarca saçmasını getiriyor. Büyük büyük dedeler ve bu hayatın basitliği gün be gün unutuluyor. Nasıl yaşamak gerektiğine yaşamın kendisinden daha çok kafa yoruluyor ve kıymet veriliyor.

     O saf, berrak özgürlüğün -kendisi maalesef olamasa da- ruhuna ihtiyacımız var. Biraz nereden geldiğimizi, nereye gittiğimizi görmeye ihtiyacımız var. Uzay ve zamanda çoooook ama çok küçük bir yerde çok kısa bir zamanı geçirdiğimizi anlamaya ihtiyacımız var. Bunun öncesi olmadığı gibi sonrası da olmadığını, o yüzden varoluşumuzu tüm kısıtlamalardan ve negatif olan her şeyden korumamız gerektiğini kavramaya ihtiyacımız var.

     Eşcinsel bireyler ve yönleimleri... Hala ama hala tartışılıyor. Sene 2015, kıçımızla gülmemiz lazım lafını dahi edene, nasıl günümüzde 'Dünya düzdür.' diyene gülüyorsak; ama tartışıyoruz. Nasıl 'Dünya düzdür.' yüzyıllar öncesinde kaldıysa bu da kalacak. Demin o anlattığım hepimizin en büyüüük büyük dedeleri, nineleri (veya onların arkadaşları diyelim :D ) birilerinden mi izin alıyorlardı hemcinsleriyle mesud olmak için? Yasağı/tabuyu getiren kime sormuş da şimdi insanlar bunu yıkarken sorsunlar.

     Kürtaj... Çok klişe artık ama 'benim bedenim benim kararım' kadar bu konuyu net ortaya koyan bir cümle yok. "Sen kimsin?" diye bağırmak istiyorum Seda Sayan'ın Erol Köse'ye kükrediği gibi. Geçelim "bir canlıyı öldürmek" edebiyatını. İlim var fen var, bir canlı değil daha o. Prezervatif de bir canlının dünyaya gelmesini engelliyor ama cinayet diyenimiz yok. Ne güzel, aferin. E buna da demeyeceğiz işte, sınırı nereye koyacağınıza kafanıza göre karar vermeyin diyor kerli ferli bilim adamları, kulak verelim. Zaten olay işin bilimsel, biyolojik boyutu değil. Biz buraya nereden geldik? 10 binlerce yıl öncesinin Afrika kırsalından geldik. Hani şu baştaki karışanı görüşeni olmayan ekip. Kim karışıyordu ki acaba kadına doğurdun, doğuracaksın, doğurmadın diye? Ne oldu da karışmaya karar verdi bazı insanlar?

     Ötenazi de aynı nane. Alan razı veren razı; kime ne oluyor da engel olunuyor? İlk insanını falan geç, tarihe kayıtlı çağlarda dahi acı çeken insanın, ölümü yakın olan insanın huzurlu olması, acısının dinmesi, hayatını düzgünce noktalaması için yardım etmiş insalar dolu. Ne oldu da birilerinin üstüne vazife oldu, kimin nasıl ne şartlarda hayatını noktalayacağı?

     Ne tatlı başlamıştım yazıya, sinirlendim bak yazdıkça. Yahu dünya çok küçük, hayat çok kısa. Psikopatın biri milleti asıp kesmesin, tecavüz etmesin, çalıp çırpmasın diye uğraşacağız; herkesin her yaptığına nasıl bir hayat yaşayacağına karışmayacağız işte. Çok basit yani. İsteyen Hitler'le, Bush'la, Atatürk'le, Tayyip'le veya Zeus'la, Buda'yla, Muhammed'le, Allah'la veya birinin annesiyle, babasıyla, kardeşiyle, eltisiyle dalga geçebilecek; en sert sözü söyleyebilecek. (Kaldı mı saymadığım "kutsal"? Onlar da dahil.) İsteyen çırılçıplak gezebilecek, isteyen gözünü dahi örtebilecek. İsteyen evinden, odasından, yatağından hiç çıkmayabilecek isteyen de dünyanın her yerine gidebilecek. İnsanlar fiziksel olarak birbirlerine zarar vermedikleri sürece, başkalarını kısıtlamadıkları sürece kendi hayatlarını nerede, nasıl, kimle yaşamak istiyorlarsa yaşamalı. Yani şu yazının başındaki tablonun biraz gelişmişi işte.

     Hadi ayarlayın bunları...